Kasabaya ilk geldiğimde burasının dünyanın en küçük, en şirin beldesi olduğunu düşünmüştüm. Yemyeşil ağaçlarıyla hemen hemen her sokakta karşılaşacağınız şırıl şırıl akan dereleriyle, muhteşem bir manzaraya sahipti. Sulak topraklara sahip olmasından olsa gerek dolaştınız yerlerde yeşil boyunlu ördeklere, bembeyaz giysiler içinde salına salına gezen kazlara, kraliçe edasıyla sanki etrafına caka sattığını düşüneceğiniz kuğulara sık sık rastlıyordunuz. Ot, saman, tezek kokularıyla karışmış havasından bile etkilenmemek mümkün değildi.
İçimden, “iyi ki arkadaşımın ricasını geri çevirmeyip gelmişim buraya, yoksa ülkemde böyle bir diyarın bulunduğundan haberim bile olmayacaktı.” diye geçirdim. Pek çok ili, ilçeyi, köyü dolaşmıştım ama, hiç birisinden bu kadar etkilenmemiştim. Benim ilgimi çekmesinin tek sebebi doğa güzelliği değildi elbette, çünkü buradan çok daha güzel, tarihi yada ilginç diyebileceğim yerler görmüştüm, fakat her nedense kasaba bende garip bir ilgi uyandırmıştı. Toprağının her parçasını adımlamak, büyüğünden küçüğüne kadar tüm yerli halkıyla tanışmak, havasını ciğerlerimin her hücresine kadar solumak, kısacası bu küçük dünyayı öğrenmek istiyordum. Arkadaşıma,
“Hadi beni biraz dolaştırsana” dedim.
O da “Tamam iyi olur, biraz hava almış oluruz”, dedi. Ama doğrusunu isterseniz pek de istekli olmadığını hissettim. Açıklama yapma gereği duyarak,
“Buralarda kadın kısmının baş başa dolaşması pek hoş karşılanmaz, hemen hakkında dedikodu çıkarırlar. Lakin ikimizde kasaba halkından sayılmadığımıza göre dolaşabiliriz” gibisinden bir lütufta bulundu.
“Korktuğuna bakılırsa, galiba sen de buranın adetlerine uyum sağlamaya başlamışsın.” demeden edemedim.
“Eee....Ne yapalım mecburen, şimdi çıkınca görürsün.”
Yavaş yavaş yürümeye başladık, sohbetten ziyade etrafı incelemeyi tercih ediyordum. Yemyeşil bahçelerin içinde, küçücük çoğu kerpiç olan evler bana o kadar sıcak gelmişlerdi ki, içlerine dalıveresim geliyordu. Bazı evlerin önlerine kadınlar öbek öbek oturmuşlar, belli ki ikindi sohbetlerini yapıyorlardı. Fakat biz önlerinden geçerken, bana ilginç gelecek derecede birdenbire susuyorlar, başlarını bize doğru çeviriyorlar ve gözlerinden uzaklaşıncaya kadar bizi takip ediyorlardı. Şaşkın şaşkın çevremi seyrederek,
“Allah, Allah! Kendimi uzaydan gelmiş gibi hissediyorum” dedim.
“Buranın halkı böyledir işte. Benim gibi gezmeyi seven bir insanı bile eve kapattılar. İlk başlarda, kasabaya yeni gelmiş öğretmen olduğum için merak edip baktıklarını zannediyordum. Sonra anladım ki, onlar birbirlerine de böyle davranıyorlar. Ama sana bir şey söyleyeyim mi, bu tuhaflıklarının yanında hepsi de melek gibi insanlardır. Şimdi bir grup kadına yaklaşsak, bize nasıl hürmet edeceklerini şaşırırlar. Kim bilir hakkımızda ne yorumlar yapıyorlardır?”
“Bu insanları daha yakından tanımak isterdim.”
Sevgili arkadaşım büyük bir özveri göstererek,
“O zaman beni takip et.” deyiverdi.
Kocaman söğüt ağacının altında toplanmış, bizi gözetleyen kadınlara doğru yürümeye başladık. Önce şaşırdılar, sonra hep birden ayağa kalktılar. Sanki bir ağızdan konuşuyorlardı.
“Ooo… Öğretmen Hanım hoş geldiniz, siz bizim yanımıza gelir miydiniz…”, “Sen bizim kasabamızın çiçeğisin.”, “Sen olmasan bizim veletler ne yaparlardı…”, “Vallahi seni pek severiz…”, “ Yanındaki güzel hanımda misafirin olsa gerek, hoş geldiniz….” gibi sözlerle başlayan tanışmamız, nihayetinde sohbete dönüştü. Hayatımda bu kadar meraklı insanlar görmemiştim, yarım saat içinde hayatımla ilgili her şeyi öğrenmişlerdi. Sorularını öylesine çaktırmadan, öylesine usulüne uygun soruyorlardı ki, cevapsız bırakmak imkansızdı. Çok sevmiştim bu tatlı ve ilginç sayılabilecek kadar meraklı insanları. Eve dönüş yolunda arkadaşıma,
“Kadınları tamamda, erkeklerini de tanımak isterim. Ne yaparlar, nasıl vakit geçirirler?” diye gaflette bulunduğumu bilerek sordum.
“Aman ne yapsınlar, buranın toprakları verimlidir.Kadın, erkek tarlada, bağda, bahçede çalışır dururlar.Hemen hemen her evin, kendi ihtiyacını karşılayacak toprağı vardır. Hayvancılık da yapıyorlar; sütümüz, yoğurdumuz, peynirimiz meşhurdur. Kendi hallerinde çalışır dururlar. Boş vakitlerinde gördüğün gibi kadınlar köşelere, erkekler de kahvelere toplanıp söyleşirler.”
“Bir kahveye uğrayalım mı? Erkeklerle de konuşalım, sence onlar da kadınlar kadar meraklı mıdırlar?”
“Aman sakın ha!… Adımızı mı çıkaracaksın durup dururken? Buranın kadınları kahveye giremezler, yasaktır. Vallahi taşlarlar ikimizi de.”
“Sen de abarttın yani, o kadar da yabaniye benzemiyorlar.”
“Yabani değillerdir, fakat kendilerine göre kuralları vardır, kimsenin düzenlerini bozmasına izin vermezler, tabularını yıktırmazlar.”
“Peki öğretmen hanım, siz eğitimcilerin görevi gittiğiniz bölgeleri geliştirmek, çocukları çağdaş insanlar düzeyine yükseltmek değil midir? Bakıyorum da sen onlara uymayı tercih ediyorsun.”
“Maalesef kardeşim, düzen değiştirmek zannedildiği kadar kolay olmuyor. Çocuklara pek çok şeyi öğretiyoruz ama evlerine döndüklerinde, kendi dünyalarını yaşıyorlar. Eğer bizler, yani dışarıdan gelen insanlar, onların kurallarına uymazsak tamamen dışlanırız, üzerlerinde hiçbir etkimiz kalmaz. Zaten çok fazla okuma isteği olan insanlar da değiller, maazallah çocuklarını okula falan göndermezler sonra.”
“Haklısın galiba zamana ihtiyaç var. Yalnız bir şey dikkatimi çekti. Her evin çatısında televizyon anteni var. Takdir edersin ki televizyon kültür değişiminde ve insan eğitiminde son derece etkili bir unsur, bir takım değişimler mutlaka oluyordur.”
“Evet, tabii ki oluyor, ancak bu durum genç nüfus içinsöz konusu oluyor. Çocukların televizyonda gördükleri hayat ile kendi yaşantıları arasında dağlar kadar farklar var. Bu ikilem içerisinde yaşayan çocuklar bunalıma giriyorlar ve aileleriyle çatışmaya başlıyorlar. Gene de kasaba kültürünün galip geldiğini rahatlıkla söyleyebilirim.”
“Hiç mi isyan eden olmadı?”
“Kızlardan hemen hemen hiç diyebilirim. Zaten zavallıcıklar 14-15 yaşlarına gelince evlenirler. Çeyiz hazırlamaktan ders çalışmaya vakitleri kalmaz ki. İçlerinden zeki olanlarda bizim aileyi zorla ikna etmemizle liseye giderler, onlar da ya orada birine aşık olup okulu zar zor bitirirler, ya da terk eder evlenirler. Erkeklerden de okuyan fazla çıkmıyor, ama onlar kızlara göre daha şanslılar. Çünkü çeyiz dertleri olmadığı için birazcık daha derse vakit ayırabiliyorlar. Ben geldim geleli üniversiteyi kazanan olmadı, daha önceden kazananlar ise okulu bitirince kasabaya dönmemişler. Nereye dönsünler ki iş yok, güç yok. Gördüğün gibi bir bankanın ve iki üç devlet dairesinin dışında ne varki? İşte kardeşim, istersen ülkenin en iyi eğitimcilerini topla gel, buranın insanını değiştiremezsin.”
“Evet sana inanıyorum, hâla daha geleneksel kıyafetler içinde dolaştıklarına bakılırsa, yeniliğe kapalı oldukları her hallerinden belli oluyor. İçimden bir ses ne diyor biliyor musun? Onlar böyle yaşamaktan dolayı son derece mutlular. Kimse de gelip düzenlerini bozmasın, kendilerine dokunmasın daha da mutlu olacaklar.”
“İçindeki ses doğru söylüyor. İşte bizde suya sabuna dokunmadan bazı şeyleri değiştirmeye çalışıyoruz.”
“İşiniz gerçekten de zormuş.”
“Zor olmasına zor da, takdir eden yok ki?”
Arkadaşımın söylediği son söz üzerine gülüştük.
Eve dönüş yolumuzu uzatmak için değişik sokaklara daldık. Aniden durdum, dikkatimi bir ev çekmişti. Kocaman bahçesi, bahçenin kenarlarında upuzun kavakları olan şipşirin bir evdi. Betonarme olduğuna bakılırsa sahipleri zengin olmalıydı. “Kim bilir içinde yaşayanlar, kendilerine ait dünyalarında ne kadar mutludurlar.” diye düşünüyordum ki, arkadaşım kolumdan çekiverdi.
“Ne bakıp duruyorsun öyle, bir gören olursa yanlış anlar.”
“Boş ver, kim ne anlarsa anlasın, ev hoşuma gitti bakıyorum işte.”
“Burası tutucu bir yerdir, öyle sağa sola bakarsan hoş karşılamazlar.”
“Ne yani sen gözünü kapatıp da mı geziyorsun? Küçük yerlerde yaşamaktan huyların değişmiş senin kızım. Üniversitedeyken yaptığımız çılgınlıkları unuttun galiba. Sen buraya ait olup onlar gibi yaşayabilirsin ama ben istediğim yere bakarım. Hadi adımı çıkarsınlar da göreyim. Sahi ne diyebilirler ki?”
O sırada, bahçenin köşesinde büzülmüş oturan ihtiyar kadını gördüm. O da bizi görmüştü, ama diğer kadınlar gibi gözünü bize doğru dikmemiş, tam aksine yerdeki sabit noktasına bakmaya devam ederek, kafası önünde vaziyetini hiç değiştirmemişti. İhtiyar kadına doğru yürümeye başladığım sırada gene arkadaşımın engeliyle karşılaştım.
“Şaşırdın mı, ne yapıyorsun?”
“Şurada oturan ihtiyar teyzeyle azıcık konuşmak istiyorum. Ne var şimdi bunda?”
“İyi de o kimseyle konuşmaz ki, şimdi bir laf söyler neşemizi kaçırır.”
“Canım terslerse geri döner geliriz, niye neşemiz kaçsın ki?”
Kadına yaklaştım, fakat beni gördüğü halde hâla sabit noktasına bakmaya devam ediyordu.
“Teyzeciğim nasılsın?”
“…………”
“Ben kasabanızı ziyarete geldim, sizleri daha yakından tanımak istiyorum. Benimle sohbet ederseniz çok sevinirim.”
“………..”
İhtiyar kadında hiçbir değişiklik olmayınca, çaresiz geri döndüm.
“Neden kimseyle konuşmuyor, aklından problemi mi var?”
“Bilmiyorum, doktor muyum ben? Sadece evinden dışarı çıkmadığını, kimseyle konuşmadığını duydum. Bazen kızları uğrar işlerini görürlermiş. O kadınla ilgili bildiğim bu kadar. Ne yapacaksın elin garibini, kendi halinde yaşayıp gidiyor işte. Hadi gel, eve gidip yemeğimizi yiyelim, kasaba maceramıza yarın devam ederiz.”
“Peki, peki seni daha fazla bunaltmayacağım, hadi dönelim.”
Oldukça samimi olduğum arkadaşımla, fakültede okuduğumuz yıllarda tanışmış ve kısa sürede birbirimizin ayrılmaz parçası haline gelmiştik. Okulunu bitirince de, o aldığı eğitim gereği öğretmenliği tercih etmiş ve kendini çocuklara adamıştı. İyi bir öğretmendi. Mesleğine duyduğu aşk yüzünden, evlenmeye bile fırsat bulamamıştı. Hatta kırsal kesimlerde yaşayan cevherleri keşfetme uğruna köy köy, diyar diyar dolaşmış, en son durağı ise bu küçük kasaba olmuştu. İyi ve başarılı bir öğretmendi. İstese büyük şehirlere tayinini rahatça yaptırabilirdi. Babası arkalı ve zengin bir adam olmasına rağmen bizim kız büyük şehirlerin samimiyetsiz, güvensiz ve de yozlaşmış yaşantısından bıkmış, kendini Anadolu’nun dağlarına taşlarına bırakmıştı. Gördüğüm kadarıyla halinden de son derece memnundu.
Ayrı kaldığımız süre içerisinde yaşadığımız ilginç olayları bir bir anlatmaya başladık; kâh kahkahalarla gülüyor, kâh durgunlaşıp düşüncelere dalıyorduk. Fakat her nedense saatlerce süren konuşmamız esnasında, o ihtiyar kadını düşünmeden edemiyordum. Tam yatmaya hazırlanıyorduk ki dayanamadım,
“Sevil, yarın gene bahçede oturan ihtiyar teyzenin yanına gidelim mi?”
“Yaaa.. Sana hayret ediyorum, ne buldun o zavallı kadıncağızda? Araştırmacı olduğunu anladık tamam da, böyle gördüğün her kadının ya da erkeğin durumunu merak etmeye kalkarsan vay senin haline. Bir de kasabadaki kadınlarıma meraklı diyorsun, senin onlardan geri kalır yanın mı var. Boşuna uğraşma arkadaşım bütün insanları inceleyemezsin, sen ilginç olanlarla uğraş, bu da bilime yeter zaten.”
“Aman Sevil, kocaman kadın oldun, şu dalgacı huyundan daha vazgeçmedin. Araştırmayla falan ilgisi yok. Sadece ilgimi çektiği için konuşmak istiyorum, hem bahçesi de çok güzel, azıcık otururuz, tamam mı?”
“Peki, yarın gene uğrarız, işimiz ne. Senin sayende bende kasabayı ikinci kez keşfedeceğim.”
“Geç bile kalmışsın, senin yerinde olsaydım girmedik delik bırakmazdım.”
“Eminim ki bırakmazdın, ama ben senin gibi değilim, ağır, uslu, hanım hanımcık bir bayanım. Öyle sağda solda dolaşıp adıma leke getiremem.”
“Hadi oradan kasaba kızı!… Senin eski halini de biliriz.”
Çenemizden fırsat bulduğumuz ilk anda uyuduk. Sabaha kadar karma karışık rüyalar gördüm. Aklımda kalan tek şey ise, ihtiyar teyzenin yemyeşil ağaçlar arasında iki elini bana uzatmış vaziyette, gülümseyen yüzü idi. Sevil’e anlattığımda, gene espriyle karışık cevap vermeyi tercih etti.
“Akşama kadar onu düşünürsen, sabaha kadar da elbet onu görürsün. El alemin kadınlarını merak edeceğine, lütfedip birazcık ta benimle ilgilensene.”
--------000000-------
Evet, gene o güzel evin önündeydik, sadece yaşlı teyze bahçede değildi. Kapıya doğru yöneldiğimde arkadaşım koluma girerek,
“Banu, eve girip de ne yapacağız, görüyorsun teyze yok işte, akşam tekrar uğrarız. Bahçede olursa konuşursun.” dedi. Ama ben hiç vazgeçer miyim?
“Buraya kadar gelmişken bir hal hatır soralım.” dedim.
“İyi de teyze konuşmuyor ki.”
“Konuşturmaya çalışırım, konuşmazsa çıkar gideriz.”
“Offf!… Banu, seni anlamıyorum, kadıncağızla konuşup da ne yapacaksın? Sen bana mı geldin, yoksa kasabadaki kadınlara mı, vallahi kıskanıyorum.”
Sevil daha bir sürü şeyler söyledi, ama onu dinlemeyip kapıyı çaldım. Karşıma orta yaşlarda bir kadın çıktı. Öğretmen Hanımı tanıdığı için, bizi hemen içeriye buyur etti. Biraz konuşunca içerdeki teyzenin kızı olduğunu öğrendik. Adının Firdevs olduğunu söyleyen kadın, on günde bir gelip annesinin evini temizliyormuş.
“Başka çocuğu yok mu?” diye sordum.
“Burada bir ablam var, o da ilgilenir sağ olsun. Bir de başka memlekette ağabeyim var. Yeri uzak olmasına rağmen sık sık gelir. Benim babam zengindi, anneme çok mal kaldı ama yaşlandı ilgilenemiyor. Annemin bütün işlerini ağabeyim takip eder.”
“Peki anneniz sizlerin, yani çocuklarının yanında kalamaz mı? Yazık oldukça yaşlı görünüyor.”
Arkadaşım koluma vurdu. Haddimi aşan bir soru sorduğumun farkındaydım, fakat karşımdaki ses sakindi.
“Babam öldükten sonra, ağabeyim Mahmut annemi alır gider, sıkıldığı zaman da geri getirirdi. Geliniyle iyi geçinirler, uzun süre kalırdı orada. Malum, her yaşlı gibi evinde kalmak istiyordu, buraya gelince de bizler ilgilenirdik. İşte böyle idare ettik.” Gözleri dolarak devam etti.
“Ta ki o olay olana kadar…”
Merakıma engel olamayarak “hangi olay” diye soruverdim. O sırada elinde bastonuyla yaşlı teyze içeri girdi. Bastonu yere öyle bir vurdu ki, hepimiz sıçradık. Bedeninden beklenmeyecek kadar gür bir sesle bağırdı.
“Firdevs, sus artık. Sana onunla ilgili hiçbir şey söylememeni tembih etmiştim.”
“Ama anne, bir şey söylemedim ki.”
“Neredeyse söyleyecektin.”
Teyzenin hareketlerinden irkilmeme rağmen, konuşmasını fırsat bilerek hemen yanına sokuldum. O da gözünü bana dikmişti.
“Teyzeciğim biz sizi rahatsız etmek istemedik. Ben kasabanıza misafir olarak geldim, dün akşam dolaşırken sizin evinizi ve bahçeyi gördüm, çok hoşuma gitti. Sonra hatırlarsanız sizinle konuşmak istedim, ama bana cevap vermediniz. Müsaade ederseniz bahçenizde biraz oturmak istiyoruz.”
Yaşlı kadın gözlerini yere indirdi ve cevap vermedi.
“Lütfen sizinle konuşmak istiyorum. Dün gece rüyama bile girdiniz, elinizi bana doğru uzatmış, gülümsüyordunuz. Ne olur, beni kırmayın.”
Rüyalardan etkilenen her yaşlı gibi sözümün ardından gözlerini kaldırdı ve bana baktı.
“Kızım sen benden ne istiyorsun?”
“Sizden bir şey istemiyorum, sadece tanışmak için yanınıza geldim. Kasabanızı ve insanlarını incelemek istiyorum, hepinizi tanımak istiyorum.”
O sırada teyzenin kızı Firdevs lafa girdi.
“Özür dilerim ama bu konuda sizinle konuşmak isteyecek pek çok kadın bulabilirsiniz. Annem biraz rahatsızdır, uzun zamandır kimseyle doğru düzgün konuşmadı. Sizinle sohbet edebileceğini sanmıyorum.”
Sevil lafa karışmadan olur mu hiç,
“Tabii, tabii, teyzenin durumunu biliyoruz. Rahatsız ettiğimiz için özür dileriz. Biz gerekli bilgileri başka kişilerle de konuşarak da elde edebiliriz, öyle değil mi Banu?”
“Elbette başkalarıyla da konuşacağım. Ama ben bu teyzeyi çok sevdim, bir iki çift laf edip, elini öpüp öyle ayrılmak istiyorum.”
Yaşlı teyze her zaman oturduğu minderine doğru ilerledi ve adeta çöker gibi oturdu. Kadının gözüne girebilmek için yardım etmeye çalışarak, elinden tuttum. Teyze de elimi sıktı ve bana oturmam için yer gösterdi. “Başardım” der gibi Sevil’ e yöneldim. O da başını iki yana sallayıp bana ters ters bakarak yanıma oturdu. Teyzenin sadece hareketlerinde değil konuşmalarında da bir asabiyet ve gerginlik hissediliyordu.
“Firdevs, şaşkın şaşkın dolaşıp durmada git çay demle. Bak kasabamızın öğretmeniyle, arkadaşı bize gelmiş, bir şey ikram etmezsek ayıp olur. Hadi sallanma!…”
Firdevs odadan çıkınca bize doğru dönerek,
“Eeee… Hanım kızlar, söyleyin bakalım, benim gibi yaşlı bir garibe ilgi göstermenizin sebebi nedir?”
Yaşlı kadının ilgisini kaybetmemek için dikkatli konuşmak zorunda olduğumun farkındaydım.
“Teyzeciğim, inanın özel bir sebebi yok, dün sizi görmem sadece tesadüftü. Diğer kasabalı kadınlardan farklı olduğunuzu hissettim, başkaydınız, nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum. Eviniz bile diğer evlerden farklıydı. Garip bir şekilde size ilgi duydum ve dertleşmek, konuşmak istedim. Sanırım sizde yalnızlık çekiyorsunuz.”
“Biliyor musun kızım, uzun zamandır ilk defa seninle konuşuyorum. Yalnız olduğum doğrudur. Konuşabileceğim, dertleşebileceğim kimsem yoktur.”
“Çocuklarınız var ya.”
“Çocuklarım beni anlamazlar, hepsi mal derdinde. Ah kızım ah! Yaşlılık pek zormuş. Elden ayaktan düşünce anlarsın. Çoluğun çocuğun maskarası oluveriyorsun işte.”
“Aman teyze, öyle söylemeyin. Ne çaresizler var, sizin çocuklarınız hayırlıymış, baksanıza yalnız bırakmıyorlar.”
“Tamam be kızım senin dediğin gibi olsun. Ben seni pek sevdim.”
“Sağ ol teyzeciğim. Kusuruma bakmazsan bir soru sormak istiyorum. Neden kimseyle konuşmuyorsunuz?”
“Kiminle konuşayım kızım? Kasaba kadınları bana acıyan gözlerle bakıyorlar, iğne batırır gibi laflar söylüyorlar. Anlayacağın derdime dert katıyorlar. Çocuklarımla konuşsam yaramız depreşiyor, kime ne diyeyim ben.”
“Neden? Kasaba halkıyla bir sorununuz mu var?”
“Yok kızım, benim gibi kendi halinde yaşayan ihtiyar kadının kiminle sorunu olabilir ki? Gençliğimden beri kimsenin lafına sözüne karışmadım, dedikodularına ortak olmadım. Koca adamım varken kimse yanıma yaklaşamazdı, herkes hürmet ederdi. Ama onu kaybedince, erkeksiz kalınca, bir de yüreğimi yaktılar ya, işte böyle elin oyuncağı oluverdim. Allah’ a her gün dua ediyorum, bir an önce canımı alsın diye, ama gününü, saatini ancak o bilir. Bana da sabırla beklemek düşüyor.”
Teyzenin haline üzülmüştüm, belli ki içi sıkıntı doluydu. Konuşmak, derdini öğrenmek için sabırsızlanıyordum ama üstüne gidersem konuşturamayacağımı hissettim. Önce güven vermem lazımdı. Çaylarımızı içerken kendimden bahsettim, ailemi anlattım, kısacası havadan sudan sohbetlerle teyzenin gönlünü kazanmaya çalıştım. Vedalaşırken de, “ Bir süre daha burada kalmayı düşüyorum, yarın tekrar yanınıza uğrayabilir miyim? ” diye sordum. “Sen bilirsin.” der gibi bir işaret yaptı, böylece istediğim cevabı almış oldum. “ Yarın geleceğim.” deyip ayrıldım.
Ertesi gün gittiğimde, yanımda Sevil yoktu, işi çıkmış gelememişti. Onun olmaması sayesinde, teyzeyle daha rahat konuşabilme imkanını yakaladım. Güvenini kazanmamdan dolayı olsa gerek, kısa sürede dost olduk, bana hayatını anlattı, gençliğinden bahsetti, kasabanın şimdiki haliyle eski halini karşılaştırdı. Ağzından çıkan her kelimeden geçmişe duyduğu özlem apaçık belli oluyordu. Teyze konuştukça açılıyordu, hatta espri bile yapmaya başlamıştı. Fakat kocasının, kendi tabiriyle koca adamının ölümünden sonra olan olayları anlatırken sürekli ağladı. Ben de ağladım. O kadar etkilenmiştim ki, kendimi teyzenin yerine koyduğumda çektiği acıyı hissedebiliyordum. Yardımcı olmak isterdim, ama yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Kendini evine kapatıp insanlardan uzaklaşmış, ölümünü bekleyen bu insana dünya değerlerinden ne verilebilirdi ki? Hiçbir şey. Birazcık dostluğumu vermiştim işte, konuşturup rahatlatmıştım, çocuklarına bakış açısını değiştirmeye çalışmıştım. Oysa konuşmalarımın etkisini gözlemleyebilecek kadar sürem yoktu. Gitmeliydim.
Bu şirin kasabada kaldığım süre içerisinde vaktimin çoğunu Zeliha Hala’nın yanında geçirdim. Onun hayatından öylesine etkilenmiştim ki, kızlarıyla da konuştum. Hatta ben oradayken, iki günlüğüne oğlu ile gelini de geldi, fırsatı kaçırmayarak onlarla bile konuştum. İlk başlarda “sen de kimsin” ya da “neden sana hayat hikayemizi anlatacakmışız” gibi tavır içerisine girseler de, annelerindeki olumlu değişimler sonucunda, sorduğum her soruya ayrıntılarına varana kadar cevap verdiler. Yaşadıkları olaylar aynı olmasına rağmen, hepsinin hisleri ve olaya bakış açıları farklı farklıydı. Fakat tek ortak noktaları yüreklerine gömdükleri acıydı.
-------oooooo-------
Olayların baş kahramanı Zeliha Hala’nın küçük oğlu Zekeriya idi. Onu da tanımak isterdim, ama imkânsızdı.
Özgül OKLAZ
Eski zamanlardan beri insanlar kendilerini özel hissetmek ve kendilerine yakışan, uyan kıyafetler diktirmek için hep terzileri tercih ettiler. Çünkü terzilerin işciliği her zaman özel, özenli, farklı ve değerliydi.
Laliz.biz'i özenle çalışan bir terziye benzetelim. Ama öyle bir terzi ki, size beklediğinizden fazlasını veren bir terzi.
Hayal edin, Dünyanın en kaliteli kumaşları, usta terzilerin el emeği ile sizler için yeni tasarımlarla buluşuyor ve eşsiz giysilere dönüşüyor.
Bir düşünün!!!
Sizin ölçülerinizi iyi analiz edip ve değerlerinizi sizi daha iyi anlamaya çalışıyoruz. Edindiğimiz bu bilgi ve değerler ışığında sizi en iyi şekilde temsil edecek çalışmalar ortaya koyuyoruz. Yani bir terzi titizliğinde, size en yakışan elbiseyi dikiyoruz.
İşte Laliz.biz ekibi bu felsefeyi kendisine yol edinmiş, gideceği yönü ve ulaşmak istediği noktayı bilen yenilikçi, tecrübeli, dinamik, lider, atak, sürekli gelişmelere açık, zamanın ruhunu taşıyan, tasarımlarına önem veren, kararlı ve hedef odaklı çalışan bireylerden oluşmaktadır.
Lal Design, Lal Soft, Lal Host, yazılım hizmetleri, tasarım hizmetleri, web sitesi, hosting hizmetleri, ahmet kater, alan adı tescili ve tüm web sitesi çözümleri sunar. ayrıca e-bülten ebülten ve banner tasarımları yapar. flash sitelerini de unutmamak lazım. web sitesi deyince lal design ı tercih etmelisiniz. www.islertikirinda.com www.laldesign.net www.lalsoft.net www.lalhost.net www.laliz.biz www.lal.web.tr www.oburada.com arkadaşlık sitesi dating sitesi www.ilkbilensizolun.com haber portalı kurar, e-ticaret siteleri ve web sitesi yönetim panelleri kurar. web sitesi yönetim paneli www.laliz.biz sitesi altında. ayrıca haber portalları da inşa eden lal design ın yaptığı çalışmaları görmek için www.laldesign.net sitesini ziyaret ediniz. web reklamlarında da lal design internet hizmetleri yine yanınızda. web sitenize admin mi lazım, o zaman bizi arayın, yani lal design internet hizmetleri. lal design internet hizmetleri bir laliz.biz kuruluşudur. laliz.biz şirketler grubuna bağlı diğer bir şirket de www.lalhost.net yani lalhost.net lal host hosting hizmetleri windows ve linux tabanlı sunucuları ile yüksek hızlı güvenli hizmeti sizlere sunuyor. ayırca yine www.laliz.biz laliz.biz şirketler grubuna bağlı diğer bir şirket de www.lalsoft.net lalsoft.net lal soft müşterilkerine web tabanlı yazılım çözümleri sunar. yani www.laliz.biz laliz.biz şirketler grubu tam teşekküllü web hizmetleri sunmanın gayreti ile yatırımlarına devam ediyor.
8 Haziran 2007 Cuma
BENİM KÖYÜM Lal Design, Lal Soft, Lal Host, yazılım hizmetleri, tasarım hizmetleri, web sitesi, hosting hizmetleri, ahmet kater
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder